DİKKATE ALINMAYAN KUR’AN DA Kİ AYETLER(2)

Hüküm sahibi olan yalnız Allah değildir demekle, bizler de hüküm sahibiyiz, biz de hüküm koyarız demek inkâr ve yalanlamaktır. Şefaat yalnız ve tümden Allah’ındır diyen Allah’a karşı, bizler de şefaat ederiz demek ve ya Allah’ın dışında şefaatçiler kabul etmek yalanlama ve inkârdır.
Rabbine karşı yalanlama insan için bir kişilik bozukluğudur. Allah’ı yalanlamak geleneksel kültürde örneğin İsa Allah’ın oğludur gibi sözler bilinen gerçeklerdir. Fakat bunların dışındakilerin küfür olmayacağı zannı veriliyor. Mesela gaybı bazı âlimlerin, tarikat inancında şeyh, kutup gibilerin bileceğine ve ya şefaatin şeyh, kutup, sultan, üstad gibilerin yapacağına ve halkı kurtaracağına inanılıyor ki, bunlar şirk, yalanlama ve küfürdür. Yavuz hırsızın ev sahibini bastırdığı gibi bu inanca ve şirke düşenler Allah’ı yalanlamış ve küfre düşmüşlerdir.
“Yoksa onlar Allah’dan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar hiç bir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi şefaatçiler edineceksiniz?” (39/Zümer 43)
“De ki: Bütün şefaat yalnız Allah’ın’dır.” (39/Zümer 44)
“Onlar için Rablerinden başka ne bir dost (veli, evliya) vardır, ne de bir şefaatçi vardır.” (6/Enam 51)
“O nefis için Allah’dan başka ne dost (veli, evliya) vardır, ne de şefaaçi vardır” (6/Enam 70)
“Allah’dan başka ne bir dost veli, ne de şefaatçiniz vardır.” (32/Secde 4)
“Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygamber’e yakışır, ne de inananlara.” (9/Tevbe 113)
“Hüküm ancak Allah’ın’dır. Allah hakkı anlatır ve Allah doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” (6/Enam 57)
“Bilesiniz ki hüküm (din koyucu) yalınız Allah’tır.” (6/Enam 62)
“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şey de hüküm vermek (din koymak) Allah’a mahsustur.” (42/ Şüra 10)
“İnsanlar arasında, din de anlaşmazlığa düştükleri konularda hüküm (din belirleme) vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi” (2/Bakara 213)
“Yoksa onlar Allah’dan başka dostlar evliyalar mı edindiler? Hâlbuki dost, veli yalnız Allah’tır.” (42/Şura 9)
“Allah’dan başka dost (veli, evliya) edinenleri Allah daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin” (42/Şura 6)
“Dini ayakta tutun ve din de ayrılığa düşmeyin.” (42/ Şura 13)
“Allah bütün görünmeyenleri gaipleri bilir. Sırlarına da kimseyi ortak etmez.” (72/ Cin 26)
“Allah’ın, onların sırrını da fısıltılarını da bildiğini ve gaybları çok iyi bilen olduğunu da hala anlamadılar-
mı?” (9/ Tevbe 78)
“Allah size işte böylece ayetlerini açıklar ki düşünüp anlayasınız.” (2/Bakara 242)
Biz, Allah’ın bu ayetlerini niçin dikkate almıyorsunuz? Niçin unutup ve ya yok sayıyorsunuz dediğimizde diyorlar ki, kafaları karıştırma, fitne çıkarma, bunları söylemenin yeri ve zamanı değil diyorlar. Biz ister açıklayalım ister susalım, Allah dininin hükümlerini Kur’an da bu ve diğer ayetlerde açıklamıştır. Karar verme insanlarda ve ben Müslüman’ım diyenlerde. Ya Allah’ın hükmüne teslim oluruz veya yalanlayıp küfre ve şirke batarız.
FİTNE: İmtihan, karışıklık, küfür, mazeret, bela, azgınlık, sapıklık, günah, rezillik, ayrılık, sıkıntı gibi benzeri manalarda kullanılır.
KÜFÜR: İmanda olunup olunmadığında kuşku bırak-mayacak, kesinlik kazandırıcı halin adıdır. Gerçeği örtmek, kabullenmemek, yalanlamak, gizlemektir. Din ve imana ihtiyacı olan Allah değildir, insandır.
“Fitne (karışıklık) çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür.” (2/Bakara 191)
Fitne ve karışıklık çıkarma şu andaki söylenildiği anlamda olsaydı bu takdirde Peygamberler ve bizim Peygamber’imiz (s.a)in vahy geldikten sonra kavmine ve insanlığa getirdiği dine davet etmeninde fitne olduğunu söylemek mümkün olurdu. Çünkü Mekke müşrikleri Peygamber’imizi ve diğer Peygamberleri de milletleri aynı mazeretle şuçlamışlardır. Hz. Peygamber’imize (a.s) aramıza ikilik mi sokmak istiyorsun? Fitne ve karışıklık çıkarmak mı niyetin gibi, buna benzer laf ve kelimelerle şuçlamak istemişlerdi.
Eğer mutlaka bir büyüğün ölçüsü ile hareket etmek gerekiyorsa, bu ölçü yanlış anlaşıldığından, dünya kuruldu kurulalı bu yanlışlık devam ediyor. O zaman diyoruz ki, en büyüğün ölçüsü kim olursa olsun, yaratılan insanın değil, ölçü insanları yaratan Allah’ın olmalıdır.
Çünkü Allah olmak üstün olmayı gerektirir. Ölçüde din koyma yetkisi Allah’ındır. Doğruların açıklanması bir fitne olmadığı gibi nifakta değildir. İsterse zamana, ortama ters düşsün. Aksi olsaydı insanoğlu hiçbir zaman doğrularla buluşamazdı.
Adam öldürmede ölen belli, öldüren belli iken, fitne çıkması halinde, ne fitne, ne fitneci, nede kimleri sarıp mahvettiği belli olmaz. O zaman, herkesin bir doğrusu olur ki, doğrular çoğalır. Doğru tektir, oda Allah’ın Kur’an’da açıkladığı doğru din anlayışıdır. Fitne, ayetlerin açıklamasına bakılırsa küfrü, şirki, bozgunculuğu simgeleyen inanç ve ameller olarak karşımıza çıkmaktadır. Nice yanlış inanışlar, halkın dini haline gelmiş, nice itikat ve amel, yanlış olduğu için, kitap ve peygamber (as) lerce yanlışlığı ortaya konunca, ilk tepki fitne ve fitnecilikle suçlanmışlar, çok güçlükler çıkartılmıştır. Nasıl ki yeryüzünü kaymaktan dağlar alı koyuyorsa, insanı da kayıp düşmekten Allah’ın ipi Kur’ana sımsıkı sarılmak koruyacaktır. Malların, çocukların, ticaretin insan için fitne olması da bir itminanın sonucudur. Allah cümlemizi kazananlardan etsin.
CAHİLLİK: Bilinmeyen anlamına geldiği gibi, bilip yanlışlıkta ısrar eden anlamına da gelir. İslam öncesi devre cahiliye denildiği gibi, kişi için de cahiliye zamanı denir. Cahiliye terimi toplum için kullanıldığında doğruların bilinmediği devri anlatırken, kişi ve fert için de doğruları
bilmediği zaman anlatılmaktadır.
“De ki: Ey cahiller! Bana Allah’dan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” (39/Zümer 64)
“Allah kuluna kâfi değil mi, yetmiyor mu? Seni Allah’dan başkalarıyla korkutuyorlar.” (39/Zümer 36)
Müşrikler Hz. Peygamber’imize, tanrılarımızı, veli ve evliyalarımızı kötüleme, sonra onlar seni çarpar! diyorlardı. Hz. Peygamber’imiz (as) Halid Bin Velid’i UZZA adlı putu kırmak için gönderdiğinde, putun bekçileri Halid’e: Bak o öfkelidir, sakın başına bir şey gelmesin diye tehdit etmişlerdi. Halid gidip putun burnunu kırmış, tehdit ve korkutmalarının sonuç vermediği böylece ortaya çıkmıştı. Bugün de benzeri şeylere tarikat şeyhleri, müritlerini inandırıyorlar. Gerçekten insanlar Allah’ın kulları iken, nasıl olurda başkalarını Rab edinir ve onlara kulluk ederler. Elbette ki bu hal cahilliktir. Cahillik bilmezlik ise, bu kadar cahillik olur mu?
Şunu belirtmek gerekir ki, cahiliye bilmezlik, doğruyu bilmemek, ya da bildiği halde amel etmemek, yanlışta ısrar etmektir. Bilmezlikden, cahiliyeden kurtulmanın yolu Hakkı bilmektir, o da Kur’an’ı meal olarak Türkçe okuyup anlayarak cahillikten kurtulmaktır. Hakkı bildiğini söyleye-rek cahiliye içinde olmak, cahilce davranmak, kurtulmak isteyemeyenlerin durumu, tuttuğu yol olsa gerek.
Kur’an mutlaka anlaşılmalıdır. Hem bugün ki insanlardan çok daha az bilgili, çok daha az yeteneklerini geliştirmiş, ufku daha dar, kapalı, çevresi ve imkânları daha az o günün insanları bu Kur’an’ı anlamış iseler, bu günün eğitimli, birikimli daha çok imkâna sahip olan insanları, düşünürleri bunca birikimleri ile bu Kur’an’ı anlamaya-caklar ve Kur’an’daki dünya ve ahiret bilgilerinden ve yaşam tarzından uzak kalacaklar, bu olacak şey değildir ve savunulamaz.
Kur’an Allah’ın yarattığı kullarına, yine o kullarının anlayış seviyesinde gönderilmiş bir kitaptır. Evet Kur’an’ı gönderen Allah’tır. Lakin bu Kur’an asla kulların anlayış seviyelerinin üzerinde bir kitap değildir. Kullarının anlayacağı seviyede bir kitaptır. Bu şu demektir; anlamak isteyen kullar bu Kur’an’ı anlaya bilirler. Allah o kullarını Kur’an’ı okudukça ufuklarını açacaktır. Yeter ki okusunlar. Cevabını o zaman alacaklardır. Ama tek okumakla değil, düşünerek, anlayarak okunursa illaki anlayacaklardır.
Daha başından bakış açınızın değişik, çarpık, olumsuz olması, elbette okuyacağınız kitabı olumsuz kılacaktır. Çünkü niyetiniz anlamak değil anlamamak olursa, yıllardan beri anlamayız, yaşayamayız, gözü ile bakıldığı için, Müslüman’ım diyenlerin kafalarından ve hayatlarından Kur’an çekilip gitmiştir. Yerini de bırakılan boşluğu da başka düşünceler ve hurafe din anlayışı ve her türlü İslam dışı inanışlar doldurmuştur. İnsanlık adeta kendilerini kilitlemişler ve bu kilidi açmaya da galiba niyetli görünmüyorlar. Örf, adet ve geleneklerin etkisi insanların kafalarından kolay kolay, giderilememektedir. Eğer bunların gözü ile bakarsanız Kur’an size sisli, dumanlı, anlaşılmaz görünür, ama Kur’an anlayışı ve gözü ile bakarsanız net ve aydınlık görür ve anlarsınız. Yeter ki Kur’ana dönüp Allah’ın vahyine teslim olun. O sizi aydınlığa ulaştıracaktır.
İslam varlığını Peygamberlere veya âlime, ulemaya
Aliye, Hasana, Hüseyine, borçlu değildir. İslam varlığını Allah’ın varlığına borçludur. Peygamberler ve diğer tüm sayılanlar tebliğci, duyurucu, yaşayan, anlayan ve anladıklarını uygulayanlardır. Kur’an’ın bir özelliği de hurafeleri çözen, bulaşmış kirleri, pasları temizleyen, arı, duru, pak bir inanç anlayışı getiren vasfıyla Kur’an oluşundandır. Kafalara yerleşen her türlü kirliliği çözer, atılmasını kolaylaştırır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.